27 Haziran 2010 Pazar

Lev Nikoloyeviç - Kaosa Sürükleniş III

"Nereye gidiyoruz?"
"Geçici olarak, dışarı çıkıyorsun."

Yaklaşık bir saat sonra oğlan 'dışarı dünya'ya adımını attı. Üzerindeki kirli kıyafetlerden kurtulmuş, tenindeki ağır kan kokusu gitmiş olarak tabii. Üzerinde her zaman ona verilen kıyafetlerden farklı olarak, pantalon ve kolsuz siyah tişört vardı. Her zamanki gib yine sonradan kirlenecek kıyafetlere para harcanmamıştı. Zaten yapması gereken alt tarafı onunla aynı yaştaki bir kızı öldürüp geri gelmekti. Neden sıradan bir çocuğu öldürmek istiyorlardı, ne diye tehdit oluşturacaktı sanki? Eğer bunu yapmaz da kaçarsa vücudundaki çip sayesinde kolayca yerini tespit edebileceklerdi. Lanet olsun. Gittiği yer zaten bir okuldu neden kaçasın. Sonuçta hayatında ilk kez okul görecekti çocuk. Oysa eğer ailesinden ayrılmasa idi şu anda lisede olacaktı muhtemelen. Sıradan çocuklara imreniyordu bu yüzden. Onlar neden Nikoloyeviç gibi katil olmaya eğitilmiyordu sanki? Eğer herkes birbirini nasıl öldüreceğini bilse bu dünyada katil diye bir şey kalır mıydı? İşte bu hayatında yüzlerce insan öldürmüş birine sorabileceğiniz bir soruydu. Fakat onun bile yanıtı ne olurdu acaba?

Okul bahçesinde geçen kırk dakika. Bir ya da iki kez boş okul bahçesinde dolanmış sonra gölgedeki bankta sessizce tenefüsü beklemişti. Okul böyle bir şey miydi yani? Ne sıkıcı. Yine de rüzgarın, havanın, insanların ve geriye kalan her şeyin varlığı mükemmeldi. Arabalar, dükkanlar... Tam anlamıyla dış dünya mükemmeldi. Nasıl olur da bundan şikayet ederlerdi? Ne salak insanlar. Sağ bileğindeki sargıları çekiştirdi sıkıntıdan, belki herhangi birine sormalıydı. Yine de insanlarla konuşmamıştı ki ne zamandan beri. Neyi nasıl soracaktı? Elindeki resmi gösterip bunu tanıyor musunuz falan mı diyecekti? Hayır herhangi birinin yanına bile gitmeye korkuyordu zaten. O profesör ne demişti, işini hallet ve buraya gel nasıl öldüğü umurumda bile değil. İşte, aynen bu şekildeydi durum. Onun yaşında bir kız değildi o sadece öldüreceği bir kurbandı. Bu yüzdendir ki profesör ona silah verirken çekinmemişti. Neden ölmesini istiyordu ki ama? Nikoloyeviç ürktü, soru sorarsan ölürsün. Bir gün kendisi için de gelecekler miydi acaba? Bir gün onun da öldrülme talimatı verilecek miydi? Ne korkunç. Ölmek istemiyordu ki ama. Bir 'gizli silah' ölemezdi zaten. Nedeni ne olursa olsun imkansızdı bu. Hem Nikoloyeviç'e mermilerden kurtulmak, yaralarını sarmak ya da peşinde olanlardan kurtulmak adına bir sürü şey öğretilmeye çalışılmıştı. Tüm çabaları bir kenara atamazlardı ya.

Aradığı kızı gördü. Cılız bedeni yavaşça ayağa kalktı ve ona doğru ilerledi. Yanında birkaç kişi daha olmasına aldırmamaya alıştı. 'Sakin ol, senin kurbanın sadece o kız. Dikkatini ona ver.' Kızın uzun sarı saçları ve kendisininki gibi bembeyaz bir teni vardı. Öldürmesi gereken oydu, evet. Kızın yakınına geldi ve sordu. "Irina Voronova sen misin?", "Evet ama sen de kimsin?" Konuşan kurbanlardan hoşlanmazdı, Nikoloyeviç. Sadece onun o güzel başını bedeninden uzaklaştırma amacı vardı sonuçta. Etrafındaki kalabalıkta fazlasıyla gerilmişti, ilk kez bir topluluğa giriyordu sonuçta ve bu kesinlikle korkutucuydu. Bunca insanın onu öldrmeye çalıştığını düşünmesi sadece aklından geçenlerin bir tanesiydi. Irina'nın yanındaki kız gülümsedi. "Bahsettiğin çocuk bu muydu bugün buluşacağın. Vay canına. Öyleyse biz gidelim." Eğer oğlanın aklındakileri bilseydi kızın bu tavırları kesinlikle takınmayacağından emindi. Yine de bu yanılsama onun fazlasıyla işine yaramıştı. Diğer çocukların gittiğine bakma gereksinimi duymadı. Yine de içinden bir ses Irina'nın, onun burada olacağı için önceden uyarıldığını söylüyordu. Fazla mı paranoyaktı acaba? Eh, bir çocuğun içinde tonlarca ses yok mudur zaten?

Sadece ikisi kalınca kız gayet sakin konuşmaya başladı. "Lev Nikoloyeviç, değil mi? Neden yalnız konuşacağımız bir yere gitmiyoruz?" Haklıydı. Lanet olsun. Okulun arkasına geçtiler, gölge ve ıssız. Merak etti eğer şimdi ateş ederse kim duyardı? Öğrenciler mi, öğretmenler mi yoksa daha kötüsü polisler mi? Kız hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi pencerenin kenarına oturdu ve gayet neşeli ona döndü. "Neden bu kadar zayıfsın ama? Ailen sana yemek vermiyor mu yoksa?" Nikoloyeviç öfkelendiğini hissetti. Ailesi mi? Onun bir ailesi yoktu ki. Onun kimsesi yoktu daha doğrusu. Aile, arkadaş ya da ara sıra karşılıştığı insan olacak kimse. En son öldürdüğü kadından bu yana hiç kimse. Ve şimdi bu kız nasıl oluyor da onunla alay edebiliyordu? Onu öldürecekti, tüm kemiklerini kıracaktı. Bunu o kadar çok isted ki o an. Bir eli pantalonunun cebindeki silaha doğru hamle etti. Onun ailesi, silahları idi. Irina'yı öldürecekti. Aptal, züppe kız. Irina ayağa kalktı ve ondan sonra her şey saniyeler içinde oldu. Boğazında bir metal, kızın alnına dayalı silah. Şimdi ne olacaktı? Ölecek miydi öldürecek miydi? "O tetiği çekmeye hele çalış Lev, senin boğazını keserim." Oğlan gayet sessiz boşta kalan eliyle boynundaki sargıları çıkarttı. İncecik boynunda iyileşmeye yüz tutan ya da yeni olan kesikler. "Üzgünüm ama ben bunu her gün yapıyorum sen yapsan ne olacak seni kaltak?" Kızın gözleri irileşti, geriledi ve bir silah sesi yankılandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder